Biz bir gün, bana workshop girişimimin en güzel hediyesi bir grup kız arkadaşımla toplandık ve kafa kafaya verip Brugge'a gitme hayali kurduk. Neticede bizi mutfak buluşturup yakınlaştırmıştı, yine çikolataların kokusuna kapılıp yoluna koyulduk.. :) Aylar evvelinden evimizi tuttuk; yurtdışında iki üç katlı evlerinin odalarını kiralayan birçok ev sahibi oluyor, otel mantığından daha uzak, daha az maliyetli ve dolayısıyla daha samimi hissettiriyor. Gayet konforluydu fakat sanırım tavsiyede bulunacak kadar içime sinmediği için bu kadar detayla sınırlı bırakacağım. :) Bu küçük şehre 3, Brüksel'e ise günübirlik 1 gün ayırdık. Kesinlikle yetmediğini ve Brugge'e sadece yarım saatlik mesafede olan Gent'e gidemediğim için içimde eksikliğini hissettiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Sanırım bir ilkbaharda daha yolumu düşürmem için bir sağlam sebebim daha var artık.. :)
Bu ay normal şartlarda baharı yaşamaya başlarken, bu yıl Belçika tarihinin en soğuk Mart günleriyle eşlik etti bize, dolayısıyla hissedilen -8 derece soğuk bizi biraz zorlamış olsa da yoğun bir yağışına denk gelmediğimiz için şükrettik. Ve son günümüzde Kruisvest yel değirmenlerine doğru yol alırken çiseleyen yağmura da şükrettik.. Bu şehir yağmurun altında da başka bir masal anlatıyordu. Kanala düşen su damlacıklarını izlemenin lezzeti bir kutu çikolata ile eş değerdi..
Bu kente girmenizle birlikte bir müzik kutusunu açmışsınız gibi bir melodi geliyor kulaklarınıza. Dantel işlemeler, yel değirmenleri, çikolata ve waffle kokuları, kanallar, çan sesleri karşılıyor sizi.. Sanki hiçbirşey gerçek değil ve o dantel pencereli evlerde aslında kimse yaşamıyormuş gibi. Sonra sokaklarına adım atar atmaz evlerin camından sarkan çiçeklere, rengarenk kapı pencere ve perdelerine, kapıların önlerinde duran bisikletlere rastladıkça büyünün yoğunlaştığını hissediyorsunuz. Her adımınızda bu dünyadan uzaklaşıp, kayboluyorsunuz.. Bir filmde denilen gibi; "Sonsuzluğun geri kalanı Brugge'de geçse..." önce zihninizden sonra dudaklarınızdan dökülüverir düşüncesi...
Gitmeden önce okuduğum her blog yazısında "Brüj şehri çok küçüktür, bir günde bitirebilirsiniz" yazıyordu. Bitmez mi, biter bitmesine, saptığınız her sokak yeniden daha evvel rastladığınıza çıkıyor nasılsa.. Fakat yaşamak, onunla beraber olup aynı nefesi almak gerek. Müze gibi bir şehri koşar adım gezerek bitirmek ve sonra yeni maceralara atılmak sanki bu şehrin dingin yapısına aykırı gibi... Acelesizlik doğasına uygun olanı. Kaybolmayı da ıslanmayı da göze alarak sapın sokaklarına, şemsiye ve hatta harita dahi almadan yanınıza. Kuyruğunda vakit kaybetmekten korkmadan dalın çikolatacı dükkanlarına. O aldığınız minicik çikolata hayatınızda yediğiniz en lezzetli çikolata, ısınmak için içtiğiniz sıcak çikolata ömrünüzün en unutulmaz sıcak çikolatası olacak. Yaşadığınız telaşsız huzurla kendinizi geçmişe dönmüş modern giyimli bir masal kahramanı olarak hayal edecek, sadece siz ve orası olduğunuzu hissedeceksiniz..
Çikolata demişken, büyük Markt meydanındaki Leonidas ve Simon Stevinplein meydanında yer alan Dumon çikolatacılarının havasını muhakkak soluyun, ev yapımı çikolatalarının tadına varın. :) The Old Chocolate House'a uğrayıp sıcak çikolatanızı elinize alın ve masalınıza devam edin. Fred's ve Waffles on a Stick dükkanlarının şahane waffle'larını lezzetleriniz arasına ekleyin ve bol bol rengarenk waffle fotoğrafları çekin. :) Aux Merveilleux pastanesinin yumuşak merenglerini birer kahve eşliğinde tatmayı ve evinize dönerken tazecik çikolatalı ekmekleri "cramique" den bir tane almayı unutmayın..
Minnewater parkındaki kuğuların huzurunu içinize çekmeyi ve aşk köprüsünde dilek tutmayı, Burg meydanındaki yarım saatlik kanal turu tecrübesini yaşamayı, 800 yıllık hastane Sint-Janshospitaal'ı gezmeyi, bir sabah erkenden şehrin en sessiz noktası Begijnhuisje'ye gidip kocaman bahçesindeki göz alıcı nergislerin arasında fotoğraflar çekinmeyi de listenize ekleyin.
Kahvaltı için güne erkenden başladığımız için rastladığımız ilk pastanenin sıcacık kruvasanlarından almayı alışkanlık edindik fakat bir sabah özellikle kahvaltı keyfine vakit ayırdık ve San Severia Bagel Salon'un şahane bagel sandviçlerinin ve orjinal çaylarının tadını çıkardık. Akşam yemeği için ise Poules Moules'da çok özlediğim midye patatese kavuştum, bir akşam şehrin Yunan restoranı, The Olive Tree'nin şahane yemekleriyle (özellikle kabak kızartması inanılmazdı) midemizi şenlendirdik ve belki de İtalya'da yemediğim kadar lezzetli pizza ve makarnanın tadına rastgele denk geldiğimiz Osteria 45 isimli bir restoranda vardım. Öğlenlerimizi genellikle elimize aldığımız külahta patates kızartmasıyla geçiştirdik, lezzetliydi fakat açık söylemem gerekirse farklı çeşitte patatese eşlik eden sosları haricinde Belçika patatesinin neden bu kadar övüldüğünü anlayamadığım da bir gerçekti. :) Yine oraya özgü olan bira çeşitleri konusunda ise bilir kişi değilim çünkü alkol kültürüm hiç yok fakat Bierbrasserie Cambrinus'un 400'den fazla bira çeşidi olduğunu duyup, denemek isteyen arkadaşlarımı oraya götürdüm, çok sevdiler.
Yediğimiz içtiğimizden, soluduğumuz havaya kadar her şey bir masal kadar kusursuzdu fakat olumsuz izlenimlerim de elbette oldu. Öncelikle yerlisinden yana her daim bir soğukluk hissetmek, güleryüz görememek bu kadar mutlu hayal ettiğim bir şehrin gözümdeki tek kusuru oldu. Onun haricinde ise; pazar ve pazartesi günleri neredeyse çoğu yer tamamen kapalı. Diğer günlerde ise dükkanlar genellikle sabah 10 gibi açılıp saat 12-2 arasında siesta tatili yapıyor ve akşam 6'da tüm dükkanlar olmak üzere en geç akşam 9'da restoranlar da kapanmış oluyor. Hayat akşamları hiç yaşanmıyormuş kadar sessiz Brugge sokaklarında.. Fakat yine bir filme ev sahipliği ediyormuş kadar büyülü bir akşama bürünüyor, kasabanın her köşesinde gizli kalmış tarihi binaların bile ışıkları yanıyordu.. Kanalın dingin suyuna vuran ışıkların yansıması saatlerce bu manzaranın karşısında soğuğu hissetmeden fotoğraf çekme coşkusu veriyordu insana.. Romantizm de farklı bir boyut kazanıyor, bir varmış bir yokmuş'lu cümlelerin kahramanı gibi hissettiriyordu şehir..
3. günümüzde başkenti görmeden dönmemek adına günü birlik Brüksel'e gittik. Tren ile 1 saatlik tatlı bir yolculuğun akabinde hemen merkezdeki Grote Markt'a (grand place) indik. Sanırım hiçbir Avrupa şehrinin meydanı bu denli etkilememişti beni. Tarihte yaşadıkları her sevincin de, hüznün de etkisi bir açık hava müzesi şeklinde karşımdaydı sanki.. Bir süre boyunca etkisini iliklerimize kadar çektikten sonra hemen çevresindeki Maison Dandoy'da şahane birer waffle yedik. Galeries Royales Saint Hubert pasajına doğru yol aldık ve önce pasajı turlayıp sonrasında hem hediyelik, dantel, hem de göz alıcı şirinlikte vitrinlerle bezenmiş çikolata dükkanlarına bir bir girip çıktık. Tenten'in doğum yeri olduğu için şehrin sokaklarında binaların bazıları çizgi roman sanatıyla bezenmişti ve şahaneydi. Caddelerinde yürürken bir gözünüzün mutlaka sizi bekleyen muhtemel sürprizlerde olmasını tavsiye ediyorum. :) Öğle yemeğimiz için adresimiz patates için şahane yorumlar almış olan aile işletmesi, Maison Antoine'dı.
Epey yol kat ettikten ve kuyruğunda da bir süre geçirdikten sonra yine beni çok da etkilemeyen bir lezzetle karşılaştığımı sizden saklayamam. :) Fakat şahane sosları için kesinlikle denenmeli, özellikle de benim kadar patates delisiyseniz! Brüksel kesinlikle görülmesi gereken, sokakları waffle kokularıyla dolup taşan, kendine has bir havası olan, çizgi roman meraklılarının asla kaçırmaması gereken, o kadar trafiğine tezat olarak hiç korna duymadığım, muhteşem parklarıyla ve parlayan güneşiyle içimi ısıtan, insanların neden bu kadar kötülediğini anlamadığım, gayet güzel bir Avrupa şehri olarak hafızama kazındı ve yanımıza şehrin çok sevilen çikolatacısı Frederic Blondeel'de yaptırdığımız küçük bir çikolata paketini de alarak çok geç olmadan yine masal kasabamıza geri döndük...
Son gün gelip çatmıştı ve bir zaman makinasının beni oraya attığı gibi bir anda gerçeğe geri döndürme zamanı da gelmişti.. Kalbimde bir sanatçının fırçasından doğan bir resim kadar sanatsal bir his bırakan bu şehri ilkbaharın etkisi altındayken yaşamayı hayal ederek dönüyorum... Ve şimdi gözümü kapatıyorum; ordayım... Çocukken okuduğum o masal kitabının içinde.. Etkisinde..
Not: Gitmeden "In Bruges" filmini izleyin.
Sevgili damla kalemine gözüne yüreğine sağlık. Bekliyordum yazmanızı. Teşekkürler. Eşinize hürmetler, bücür, eros ve sizi kucaklıyorum sevgiyle. Hoşçakalın
YanıtlaSilCanım nasıl duygulandım sanki orada değilmişim gibi çok etkiledin
SilÇok teşekkür ederim, sevgiler!
SilMerhaba damy yazın tıpkı bir masal kitabı gibiydi tesekkurler fakat merak ettiğin birşey var cektigin fotoğrafların genelinde sokaklar bomboş hiç insan yok bunun nedeni öyle denk gelmesi mi yoksa gerçekten kimse dışarı gerekmedikce cikmiyormu...? Sevgiler ❤
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Fotoğraflar için özellikle boş yakalamaya özen gösterdim; örneğin sabahın erken saatleri gibi. :) Fakat genel olarak kesinlikle kalabalık değil, özellikle akşamları tek tük insan var sokaklarda. :) Sevgiler. <3
SilPaylaşımınız için çok teşekkürler, benim de ilk planım Brugge...
YanıtlaSilAslında bizim kentlerimiz de bu hale gelebilse, eski halleriyle şimdiye tanıklık eden yapılarımız hep bizimle olsa...ama maalesef rant sebebiyle olamıyor ve olmayacak:(
Bu halde kalabilen tüm dünya şehirlerini ben ayakta alkışlıyorum...sevgiler...ilkay
Kesinlikle haklısınız, harcıyoruz tüm güzelliklerimizi..
SilTürkçe öğretmeniyim ve çok güzel bir gezi yazısı okudum. Kalemine saglik Damla hanım
YanıtlaSil